UaoU7SE. SEYİT AHMET-İ KEBİR ER-RİFAİ HAZRETLERİDoğum yeri ve zamanı ile ilgili kesin bilgiye ulaşılamayan Seyit Ahmet-i Kebir er-Rifai Hazretleri, 1118 yılında Basra şehrinde dünyaya gelen, Rifai tarikatının kurucusu Seyit Ahmet-i Kebir er-Rifai Hazretlerinin, büyük ihtimalle, torunlarından, halifelerinden, dervişlerinden, müritlerinden veya müntesiplerinden bağlılarından Dr. İsmail Erünsal ile Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak tarafından bir kitap halinde yayınlanan Elvan Çelebi’nin Menakıb’ul-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Ünsiyye adlı eserinde belirttiğine göre Seyit Ahmet Hazretleri Orhan Gazi zamanında Horasan’dan Anadolu’ya gelir ve burada bir müddet yaşadıktan sonra 63 yaşında vefat tarikatın kurucusu olan Seyit Ahmet-i Kebir er-Rifai’den ayırmak için Lâdik’teki “Seyit Ahmet-i Kebir er-Rifai” ye “Küçek küçük Seyit Ahmet Rifai” denilmektedir. Gavsu’l-Azam Abdulkadir Geylani’nin neslinden olduğu, I. Abdulhamid devrinde yenilenen türbe üzerindeki kitabesinden metni şöyledirEvliyâ-i tâcü tahtın kutbi Şah AbdülhâmidKim ana olmak diler İskender-i Dar’a müridHem anın baş Çühedar-ı Seyyid Abdullah AğaHazret-i Nuri Efendi zâde ol merdi resîdGavs-ı Azam Şeyh Abdulkadîr-i dir nesli hemSeyit Ahmet Hâle olmuştur nesebe ol hafîdŞimdi anın türbesin himmetle tecdid eylediBeyti mâmur oldu dersem de sâf-ı Nur-u AhmedHak Teala hörmeti için ol veli ....ninHazret-i Şah-ı Cihanın ömrünü kılsın mezidHâle muhtaç oldu mahza kâli birle eylemeBu mücedded türbenin seridesin küfdesin?Dehina üryân-ı sevb kaale yaz tarihiniSeyit Ahmet Hâle gel bu türbedir leys-i cedid 1045 H.?/ 1635 yıllar ve vefat tarihi hakkında kesin bilgi olmamasına rağmen ,yaşadığı devir hakkında ipuçları veren kayıtlar bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabilirizAhmed Eflâkî’nin “Ariflerin Menkıbeleri” adlı eserinde, Seyit Ahmet Kuçek Rıfai hakkındaki menkıbelerde onun, Sultan Veled’in oğlu ve Mevlevi Tarikatının IV. Postnişini olan Ulu Arif Çelebi ile görüştüğü kesin olarak ortaya Seyit Ahmet er-Rifai Hazretlerinin Konya’ya gittiği, ateş, şiş ve gürzlerle gösteri yaptığı ve bu zikir şeklini Mevlana’nın kızının çok beğendiği belirtilmektedir. O halde hem Mevlana, hem de torunu Ulu Arif Çelebi ile çağdaş olduğu, 1250-1335 tarihleri arasında yaşadığı tarihçi İbn Batuta da 13. yüzyılda Anadolu’ya yaptığı seyahatte Küçek Seyit Ahmet-i Rifai ile karşılaştığını Dr. Ahmet Yaşar Ocak, “Menakıb’ul-Kudsiyye fi Menasıbi’l-Unsiya” adlı makalesinde, Seyit Ahmet Hazretlerinin II. Osmanlı hükümdarı Sultan Orhan Bey zamanında yaşamış olduğunu kabul Seyyid Ahmet Hazretlerinin, Amasya’da Ulu Arif Çelebi ile görüştüğünü Ahmet-i Kebir’in Lâdik’te olduğunu belirten, “Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür ve Tescil Dairesi Başkanlığı ” arşivinde , şahsiyet kayıtları da halen Numaralı Amasya Muhasebe Defteri’nin 511. sayfasında “Vakf-ı Zaviye-i Kutb’ul-Arifin ve Gavsü’l-Vasilin es-Seyyid Şeyh Ahmed-i Kebir Kasaba-i Lâdik. 1124 H./1712 M.” tarihi tesbit edilmiştir.“ Genel Ahbar “adlı eserden ,Seyit Ahmet Hazretlerinin 63 yıl ömür sürdüğü, 40 yıl seyahatle ve dünya işlerinden ayrılıp ilimle meşgul olduğu ve kendi yaptırdığı camide gömülü olduğu anlaşılmaktadır. Caminin vakfiyesi 1351 tarihlidir. Şu anda bu cami ile ilgili bir kalıntı yoktur. Yaya olarak 7 defa hacca gittiği ve Kur’an-ı Kerim’i ömrü boyunca kere hatmettiği yine aynı eserde belirtilmektedir. Seyyid Ahmed er-Rufai Hazretlerinin Muhteşem Duası Bismillahirrahmanirrahim Elif Lâm Mîm, O kitap Kur’an; onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler sakınanlar için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Bakara 1-5 Bir olan, ortağı olmayan Allah’tan başka ilah yoktur. Mülk O’nundur. Hamd her şeye kadirdir. Ey Allâh’ım! Ey Hayy, Ey Kayyûm olan! Ey Celâl ve İkram sahibi! Senden, yarattıklarına emanet ettiğin esrarın hürmetine istiyorum. Arşının izzeti, zatının kudsiyeti kudsiyetin, yüzünün nûru nurun, İlminin tamamı, kıymetinin sonsuzluğu, kudretinin zenginliği, rahmetinin enginliği, şükrünün hakkı, İradenin gücü ve zatının azameti hürmetine istiyorum. Bütün sıfatların, bütün isimlerin, sırrının gizemi, gizeminin güzelliği ve iyiliğinin bereketi hürmetine istiyorum. Minnetinin kemâli, cömertliğinin feyzi, gazabının kahrediciliği, rahmetinin ona baskın gelişi, sözlerinin sayısı, şerefinin inayeti ve gücünün yüceliği hürmetine istiyorum. Tekliğinin eşsizliği, birliğinin tevhidi, bekanın devamlılığı, kudsiyetinin ebedîliği, rubûbiyetinin ezelîliği ve büyüklüğünün azâmeti hürmetine istiyorum. Celâlin hürmetine istiyorum Allâh’ım Cemâlin, kemâlin, ikrâmın, efâlinin yüceliği, uluhiyetinin önderliği, Azâmetin, merhametin ve minnetin hürmetine istiyorum, Allah’ım. Şefkatin, lütfun, hayrın, ihsânın hürmetine istiyorum. Senin hürmetine Ya Rab! İmdâdınla, senden yardım istiyorum. Senden, her türlü gamdan, kederden, sıkıntıdan bir ferahlık; ve her türlü beladan, şiddetten, darlıktan bir kurtuluş bahşetmeni diliyorum. Zamanlarımı seninle bayındır kıl, sırlarımı muhabbetinle aydınlat, gözümü, lütfûnun izlerini görmekle aydınlık eyle, basîretimi yakınlığının nurlarının parıltılarıyla aydınlanmış ve delil kıl. “ Kâf – hâ- yâ- ayn- sâd ” hakkı için, “ Hâ- mîm- ayn- sîn- kâf ” hakkı için, “ Tâ-hâ ” , “Tâ-sîn”, “ Sâd ”, “Yâ-sîn”, “Elif-lâm-râ”, “Elif-lâm-mîm, “ Nûn ”, “Hâ-mîm”, “Tâ-sîn-mîm” hakkı için. “ Kur’ân-i Azim’in sırrı hürmetine,” “ Ey Alî, Ey Azîm, Ey Rahman, Ey Rahim, Ey Berr, Ey Kerî, Ey Evvel, Ey Kadîm. “ Allâh’ım! Ey itaatime ihtiyacı olmayan ve isyanımın zarar veremediği, İhtiyacın olmayan amellerimi kabul buyur. Sana zarar veremeyen günahlarımı bağışla. Allah’ın adıyla, o bize yeter, Allah’tan başka hiçbir güç ve kudret yoktur. Allah’ın adıyla, ki yerde ve gökteki hiçbir şey ona rağmen zarar veremez. O işitendir, bilendir.“ Musa içinde bir korku hissetti. “Korkma, sen muhakkak daha üstünsün” dedik.” Taha, 67–68 Ya Allâh! Ya Allâh! Ya Allâh! Allâh’a güvendim. Başarım ancak Allâh’tandır. “Allah, O’ndan başka ilah yoktur; O, Hayydir, Kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O’na hiçbir şey gizli kalmaz. O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.” Bakara, 255 Ey mülkünde faniliği ve zevali olmayan! Lütfunla yetiş bana. Zira ben zayıfım, sensin Kavî. Dedesi Seyyid Yahya, Abbasi halifesi tarafından Basra'da bulunan Şiiler ve Sünniler arasındaki kavgalara son vermek üzere görev verilmiş o da bu görevi en iyi şekilde yerine getirerek Basra, Vâsıt ve Batâih bölgelerinde huzuru sağlamayı başarmıştı. İşte Ahmed er Rufâi'nin babası olan Seyyid Ali bu zatın oğludur. Ahmed-er Rufâi, Bağdat ile Basra arasında Bataih bataklık yerler bölgesinde Ümmüabide köyünde dünyaya teşrif etmiştir. Seyyid Ahmed-er Rufâi Hazretleri, yedi yaşına kadar babası Seyyid Ali'nin nezdinde kaldı. Yedi yaşında iken babası vefat edince, devrin büyük mutasavvıflarından olan dayısı ve şeyhi Mansur el Batâihi, annesi ve kardeşleri ile birlikte Onu himayesine aldı. Küçük yaşta hafızlığını tamamladıktan sonra Peygamber Efendimiz'in manevî işareti üzerine dinî ilimlerini tahsil için Şeyh Ali Ebu'l fazl el Vasıtî'ye teslim edildi. Şey Aliyyül Vasıtî hazretleri Peygamber efendimizin manevî emrine imtisalen Ahmed-er Rufâi'nin tahsil ve terbiyesinde büyük bir dikkat ve titizlikle hareket ederek son derece ihtimam ve gayret gösterdi. Ahmed-er Rufâi aklî ve naklî ilimlerde çok üstün bir gayret ve başarıyla ilim kariyerine sahip oldu. Hakiki bir fıkıh, hadis, tefsir alimi ve hakiki bir mutasavvıftı. Ayrıca çok mükemmel bir hatipti de... Seyyid Ahmet Rıfai orta boylu, nur yüzlü ve buğday benizli idi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu. Öyle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohpetine doyum olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-ü nasihat ediyordu. Cemaatte bulunan alimlerin Ahmet Rıfai Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu gören Ebu Zekeriyya onlara müdahale etti. Bunun üzerine Ahmet Rıfai tebessüm edip, "Ey Ebu Zekeriyya! Bu dünya fanidir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar." buyurdular. "Bu dünya fanidir" buyurduğunda, cemaat fevkalade heycana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti. Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi. Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'dan hem icazet aldı, hem de hırka giydi. Vasıtî Onun için "Herkes üstadıyla, ben ise talebem Rufâi ile iftihar ederim" demiştir. Ahmed-er Rufâi, Şeyh Aliyyül Vasıtî Kuddise Sirruhu'nun vefatından sonra dayısı Mansur el Batâihî'nin terbiye ve irşad halkasına girdi. 27 yaşına kadar dayısından tasavvuf dersleri alarak çok kısa zamanda seyr-i sülûkunü tamamladı. Daha sonra dayısı tarafından Ona "Şeyhü'ş-şüyûh" unvanı ile birlikte halifelik vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini verdi. Dayısı'nın vefatı üzerine bu yaşta posta oturdu. Kuddise Sirruhu, bütün tekkelerin şeyhliğine getirilince, Onu çekemeyenler, iftira atanlar eksik olmadı. Yıllar geçtikçe müritlerin sayısı artıyor, şanı şöhreti her tarafa durum Irak'taki bazı şeyhlerin Onu kıskanmalarına sebep oldu. Bir çok iftira, itham ve dedikodu ortaya atıldı. Neticede Abbasi Halifesi el Muktefî'ye, erkek ve kadın müritlerini aynı zikir meclisinde bir arada bulundurduğu iddiasıyle hicrî 550 yılında şikâyet ettiklerinde, halife durumu yerinde incelemek üzere bir müfettiş gönderdi. Durumu araştıran ve inceleyen insaf sahibi müfettiş inceleme sonunda kanaatlerini bir rapor haline getirerek şöyle demişti "Bu Seyyid ve müritleri sünnet yolunda değillerse, yeryüzünde sünnet üzere hareket eden hiç kimse kalmamış demektir." Bunun üzerine Halifesine, yaptırdığı tahkikattan dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir. Misafirler için verdiği yemek haricinden başka bir şey yemezdi. Kendisine ait olan misafirhane, devamlı olarak dolup boşanırdı. Eli ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Çok mütevazi idi. Daima az konuşurdu ve "Sukutla emrolundum." buyururdu. Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Bir gün kendisi, "Namaza kalktığım zaman sanki ALLAH Teala bana Kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum." buyurdu. Ahmet Rıfai Hazretleri hayvanlara karşı çok şevkatliydi. Kimsenin bakmadığı temiz olmayan ve cüzzamlı bir köpeğe baktı, onu yıkadı ve besledi. Bir gün paltosunun eteğinde evin kedisi uyuya kaldı. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı ve bir müddet onu şevkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca kedisinin yattığı yeri kesti. O haliyle namaza gitti. Geri geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti. Aşırı derecede alçakgönüllü ve takva sahibi idi. Bir gün, "İçinizde benim ayıbımı, kusurumu görüpte söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz." buyurdular. Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki "Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum." Bunu işiten Seyyid Hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve, "Ey kardeşim, lütfen kusurumu söyleyiniz." buyurdu. O kimse, "Bizim gibi, size layık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır."deyince, başta Ahmet Rıfai olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar. Bir ara Ahmet Rıfai Hazretleri, "Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve ben sizlerin hizmetçinizim." buyurdu. İbrahim Besti isminde birisi, bir gün Ahmet Rıfai Hazretlerine hakaretlerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektubu alan Ahmet Rıfai yanında bulunan birisine mektubu okuttu. Her türlü iftiranın içinde bulunduğu bu mektup okununca, Seyyid Hazretleri sükunetle dinlediler ve, "Doğru söylemiş. Eğer ALLAH Teala'nın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem." buyurdular ve mektuba cevap olarak şunları yazdırdılar "Muhterem İbrahim Besti Hazretleri, ALLAH Teala beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helal etmenizi yüksek zatınızdan istirham ediyorum." Ahmed er Rufâi Hazretleri, Hicri 555 senesinde hacca gitmiştir. Hac dönüşü Medine'de Ravzaı Mutahhara'yı ziyaret etmiştir. Peygamber Efendimizin kabri önünde şu nidada bulunmuştur. "Esselâmü Aleyke ya Ceddi!" Peygamber Efendimizin kabrinden "Aleyküm Selam Ya Veledi" cevabı duyulmuştur.. O sırada orada bulunan bütün ziyaretçiler bu sesi işitmişlerdir. Bunun üzerine vecde gelen Seyyid Ahmed-er Rufâi" Hazretleri, titreyerek diz çöküp şunları söylemiştir. "Uzakta iken ruhumu gönderiyordum. Bana, vekâleten toprağını öpüyordu, şimdi ise huzurundayım şu mübarek elini uzatıver de dudaklarım onunla haz duysun !.." Peygamber Efendimiz'in kabrinden nuranî eli dışarıya uzanmış ve bütün ziyaretçilerin gözleri önünde O, bu eli öpmüştür. Bu hadise Burhan bir tevatür derecesinde hacılar arasında yayılmış, bütün İslâm ülkelerinde duyulmuştur. Şahidler arasında devrin tanınmış sofileri de vardır. Abdukadir Geylâni Hazretleri, Seyyid Ahmed-er Rufâi için "Sahabe-i Kiram, müçtehidinden mada tabakat-ı evliyadan hiç kimse Ahmed er Rufaî Hazretlerinin makamına vasıl olamamıştır." Demiştir. Hicri 560 yılında Abbasi halifesi olan el-Müstencid, kendisini Bağdat'a davetinde karşılamak üzere oğlunu vazifelendirmiştir. Sarayda davetliler arasında devrin ileri gelen Şeyhleri- mutasavvıfları da hazır bulundular. Her biri sırayla sohbet eder, söz sırası Ahmed-er Rufâî hazretlerine gelince bir konuşma yapmış Halife el Müstencid, Ahmed-er Rufâî'nin sohbetini ağlayarak dinlemiştir. Daha sonra Seyyid Ahmed-er Rufâî babasının Bağdad'taki türbesi civarında zikir meclisi tertip ederek, Halifenin de bizzat bu mecliste bulunmuştur. Kaynaklarda Rufâî hazretlerinin, ikinci bir defa daha hacca gittiği , arafatta Hızır ile karşılaştığı ve Hızır'ın kendisine tac ve hırka giydirdiği ifade edilmektedir. İlk eşi Hatice binti Ebi Bekir el Vasıt- en Neccavi'den Fatıma ve Zeynep adlı iki kızı olmuş, eşinin vefatından sonra evlendiği ikinci eşi Rabia'dan sonra Salih isminde bir oğlu olmuş ve küçük yaşta vefat etmiştir. Nesli iki kızı ile devam etmiştir. Fatıma'dan İbrahim Azeb 609 ve Ahmed-el Ahdar 645 adlı devrainde meşhur olan iki Sûfî, Zeyneb'den ise ikisi kız, altısı erkek torunları olmuştur. Bunlardan İzzeddin AHMED Sayyad 574-670 Rurâîye'nin Sayyadiye kolunun kurucusu olup, Rufâî Tarikatının İslâm âlemine yayılmasında tesiri olmuştur. Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Hicrî 578, Miladî 23 Ağustos 1182 tarihinde şiddetli bir ishal hastalığı sonunda vefat etmiştir. Vefatından önce ; "Beni dilenci keşkülü yerine koymayın, tekkemi bugün harem, öldükten sonra mezar etmeyin. Ben Hakk Tealâ'dan tek olarak yaşamayı diledim. O beni toplum içinde yaşattı. Öldükten sonra belki o muradıma erişirim. Toprak üstünde her ne varsa eninde sonunda yine toprak olacaktır." Bu sözü ile keramet buyurmuşlardır. Türbe-i Saadetleri yanında kimse yoktur. Kırın ortasında tenha bir yerde Bağdad'ın güneyinde Vasıt yakınlarında bulunmaktadır. Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin tasavvuf ve Tarikat anlayışı, kitap ve sünnete tabi olan bir anlayıştır. Onun ifadeleri içerisinde İslâm dini, zahir ve batını ile bir bütündür. Kalp cesetsiz olmaz, Kalbi olmayan bir cesed ise çürür. Tasavvuf ilmi, kalbin ıslahından ibarettir. Tarikat şeriat demektir. Hakikat, Şeriata muhalefet etmez. Tasavvuf, söz konusu ettiği Tarikat, şeriatın bizatihi içinde taşıdığı mana ve hikmetlerdir. Tasavvuf, Yün hırka ve taç giymek değildir. Tasavvuf; hüzün hırkası, sıdk tacı, tevekkül elbisesinde bürünmektedir. İnsanın kalbi haşyet, bedeni edep, nefsi........,, benliği yokluk ve dili de zikir örtüsü ile örtündüğü takdirde tasavvuf yolunda bulunmuştur. Mükemmel sofi her halde Hz. Peygamber tabi olan ve kulluk derecesini en yüksek derecede olarak benimseyen kimsedir. Kul ancak Allah'dan gayri herşeyin kulluğundan kurtulduğu ve hürriyet makamına ulaştığı vakit, mükemmel bir kul olabilir. Tasvvuf edeptir. Bu da Peygamber'in sünnetine tabi olmakla kazanılır. Derviş olmak için cemiyet hayatından uzaklaşmak gerekmez. Müridler, dünyevi meşguliyetlerini terk etmeksizin helâl ve harama dikkat ederek gafletten uzak kalmak suretiyle Hakk yolunda ilerleyebilir. Bütün iş, kalbi temizlemek ve temiz tutmaktır. Kerametlere rağbet etme. Çünkü veliler bundan kaçınmışlardır. Müritler için ne bir noksanlıktır, ne de Allah'ın kapısından ayrılma Kalbini Rasulullah'a yönelt, şeyhin ve mürşidin vasıtalarıyla O'nun yüce kapsından yardım iste.. Karşılıksız, garazsız şeyhine hizmet et. Ona karşı son derece terbiyeli ve edepli ol. Gıyabında dahi onun şerefini koru. Kendini onun hizmetine ver, evinde hizmeti arttır. Huzurunda az konuş. Ona tanzim ve vakarla bak. Ona sakın küçümseyici bakışlarla bakmayasın. Kardeşlerine öğüt ver, kalplerini kazanmaya çalış. İnsanların arasını bul. İnsanları Allah'a yöneltmeye bak. Sadakat ve ihlasla dervişlerin yolundan gitmelerini sağla. Kalbini Zikir ile, kalıbını da fikirle tamir edip güzelleştir. Gayen su üstünde yürümek, havada uçmak olmasın. Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor. Himmet kanatlarıyla sonsuzluklara uçabiliyor musun ? Sen ona bak... Ahmed-er Rufâî hazretleri, kendisinin tevazu, zül, inkisar yoluyla matlubuna vasıl olduğunu, bunları tarikinde bir esas olarak tercih ve tespit ettiğini söylemektedir. Menkıbeler içinde fevkalede tevazuunu gösteren örnekler vardır. Bunlardan birinde kendisine iftira, hakaret ve küfür dolu sözler sarf eden bir şeyhe karşı, "Efendim, sizin hilminiz büyüktür, affınız geniştir. Ben neyim ki, ne kıymetim var ki bu kadar hiddete kapılıyorsunuz. Ben, sadece hizmetkarlarınızın en miskiniyim, ayaklarının tozuyum." Şeklinde yumuşak ve mütevazi bir söz ile mukabele etmesi üzerine, Ahmed-er Rufâî Hazretleri"ni kızdıracak başka bir söz bulamayan Şeyh "Görüyorum ki siz nefsinizden sıyrılıp çıkmışsınız. Şimdi mülk sizindir., nimet sizindir ve sizin neslinize aittir. Beni de bağışlayın" demiş ve müritleri arsına girmiştir. Bu nevi menkıbeler ve eserlerindeki ifadeler Onun şahsiyetini ve tarikat pirleri arsındaki hususiyetini gösteren çizgilerdir. Şu nokta dikkat çekicidir ki birkaç keramet olayı istisna ondan bahseden menkıbeler daima Onun davranış ve ahlâkını, insanlarla münasebette tevazu ve hoşgörüsü ve ağırbaşlılığını anlatmaktadır. Bu özelliği ile Tasavvuf Güzel Ahlaktır. Tarifinin müşahhas bir örneği olarak görülmektedir. Ahmed-er Rufâî Hazretleri, dört büyük kutuptan biridir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinden sonra Kutbiyet makamına yükseldiğini kaynaklar belirtmektedir. Gavsiyet ve Kutbiyet âlemi kendisine bundan önce de bir kere daha tevdi edildiği ve onun bu vazifeden af dilediği, bunun üzerine Abdulkadir Geylani'ye verildiği, O'nun ölümü üzerine tekrar kendisine tevdi edilince bu vazifeyi kabul ettiği ve onaltı sene birkaç ay bu makamda bulunduğunu ifade etmektedirler. Kendisine Ebül Alemeyn iki sancak sahibi künyesinin bu duruma işret olarak verildiği kaydedilmektedir. Ahmed-er Rufâî Hazretleri müritlerini şöyle müjdeliyor "Rabbim bana lütf'ü ihsanınla gözlerin göremediği, kulakların işitmediği, beşerin akıl ve hayaline gelmediği, bir çok nimetler ihsan etti. O'nun kerem elçisi Rasulullah, beni temin edip söz vermiştir ki Müridlerimi, sevenlerimi, zürriyetimi sevenleri, yerinde kaim olanları ellerinden tutup kaldıracak ve kurtaracak. Bu hal, kıyamete kadar böyle sürecek. İşte ruhen biat böyle hasıl oldu. "Allah verdiği sözden dönmez." Şu halde Onun yolunda gidenlerin sahip oldukları büyük nimet ve müjdeyi bütün açıklığı ile ifade eder. Ahmed-er Rufâî Hazretleri, Mecal bin Yunus ve Abdül Mü'min adında iki müridi ile sahrada geziyorlardı. Birbirlerine olan sevgi ve muhabbetleri pek ziyade idi. Onların bu yakınlığı ve duydukları manevi haz, her ikisini de sarhoş etmişti. Bu durum onları zaman zaman kendilerinden geçiriyordu.. Cezbeye tutuluyorlardı. Hatta müridlerden biri; -Sana bu kadar zamandır Ahmed-er Rufâî Hazretleri'nin yakınlığından sana ne erişti? Diğeri -Ne dilersem kabul edilme lutfu. -Dile bakalım Allah lutfedecek mi ? -Ya Rabbi ateşten azad olduğuma dair şu aciz kuluna bir ferman göster. Diye niyaz etti. -Allah kerem sahibidir. Fazlına nihayet yoktur. Ve iki müridin önüne bir yaprak sağa sola yalpa yaparak bir kâğıt düştü. Kâğıda baktılar, Kâğıt bembeyazdı. üzerinde hiçbir yazı yoktu. Alıp Seyyide götürdüler. Ve hiçbir şey söylemediler. Seyyid bu bembeyaz kâğıda baktı ve hemen şükür secdesine kapandı. Secdeden başını kaldırınca - "Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun ki bağlılarımın cehennemden kurtuluşunu bana dünyada gösteriyor." Buyurmuş. "Bunun üzerinde yazı bulunmayan beyaz kâğıt" diyen oradakilere - "Evlatlarım kudret eli siyahla yazmaz, bu nurla yazılmıştır." Cevabını vermiştir. Ahmed-er Rufâî Hazretleri, çok farklı özelliklere sahipti. Peyamber Efendimize çok yakın idi. Ona her şeyi ile Hakk, yaradılışında onunla kader birliği içinde yaratmış, bir takım hikmetlerle onun isminin müsemması kılmıştır. Dünyaya gelmeden annesi ve dayısı Mansur el-Bataîhi'ye rüyalarında isminin Ahmed olması müjdelenmiş ve emredilmiştir. Küçük yaşta Peygamber Efendimiz gibi yetim kalmıştır. Nesli kız evlatları ile devam etmiş, erkek evladını küçük yaşta kaybetmiştir. Hayatında kendisine hakaret edilmiş, eziyet görmüş, O ise PEYGAMBER Efendimiz gibi sabırla, dua ile mukabelede bulunmuş, hasımlarına karşı tevazu göstermiştir. Seyyid Ahmed Rufâî Hazretleri'ne âit "Hızbü'l Ferac Virdi" Seyyid Ahmed Rufâî Hazretleri'ne âit "Hızbü'l-Ferac Virdi"ni okumaya devam edenler, biiznillâh dünyâ âhiret rezil rüsvay olmaz ve hangi darda olsa Allah ferec çıkış nasîb eder! KULLANICI YORUMLARI selamunaleykum sizden ricam sayin hocamizin okudugu hizbul ferec kitabini nereden temin edebiliriz kolay gelsin hayirli hizmetler Sevgili hocam bu duayı nereden bulabiliriz. Hocam bir de metin halinde bu siteye koysanız hizb-ul ferac'ı daha hoş olur biz de hep açıp dinlemek zorunda kalmayız inşaallah Seyit samsun Ladik de mefhum dimi mezarı Ladik çekimi Seyit Ahmet kebir el rufayi YORUM YAZ

seyyid ahmed er rufai kerametleri